Öykü: Fanus
Çıplak bir ormanda… koyu kahveden siyaha renk paleti fakiri bir sahne.. sarıdan turuncuya yaprakların aykırılığı.. yaşamak hemen şimdi ama yanlış zaman, sonbahar.. bir doğanın tekrar uyanmak üzere ölümü..
Burak ve uzak.. yan yana yürüyen iki insanın ayaklarının mezarlıktaki hışırtısı.. uzak mı yakın mı bilinmez, yan yana iken çok yakın, derinliği dipsiz kuyu.. en çok da bu kafa şişirir ya yakınında nefes alan bir insanın nefesini paylaşırsın ama ciğerine ne kadarını çektiğini bilemezsin.
Tuzak.. hayatın gailesinde yürürken tökezlemek gibi adımları karışır insanın, düşecek gibi olur düşmemek için koşar, ya toparlar düşmez ya da yerle yeksan..
Bazen insan bile isteye de düşer, düşer ve bir yanı acır ve o zaman hisseder yaşayan bir fani olduğunu işte o zaman yaşadığını hisseder ilk kez, düşmek bu yüzden ehemmiyetlidir ve bu sebepledir ki çoğu insan düşmeye aryalar, şiirler adar, süsler.
Tanıdık, yanındayken çok tanıdık ama kalp çarpıntısı.. kulaklarda bir uğultu, zarif bir karın ağrısı, dertsiz ama sevimli, görmeyen gözlerin aşinası, hayatın tatlı telaşı.
Rüzgâr hafiften yaprakları savurdu, burak durdu ve tabii ki yanındaki ahsen de. Bir adım attı burak artık biraz daha uzak. Öylece duruyordu bu iki insan gökyüzünün gri kirli bulutları altında, oracıkta.
İki çift göz birbirine bakıyor görmeye çalışıyordu beyinlerinin içlerini, görmek mümkünse tabii.. bir gözden beklenenden daha fazlası bir iş..
Burak söze başlayacak gibi oldu..
-‘’ahsen biliyorsun..’’
Bilmek.. kim bilebilir ki karşısındaki insanın giyinikken mahremini, işte öylesine örtülüydü beyinlerimiz.. söze devam etti.
-‘’ben galiba senden hoşlanıyorum.’’ Galiba mı? Hayat kadar belirsiz, belki de heyecandan ağızdan çıktı bir hışımla, ama cümle alabildiğince yakıcı, karşı taraftan gelecek olan hafif sıcak bir nefes beklenendi artık ses tellerine çarpıp çıkacak.
Zaman ne kadar da yavaş, kıymeti tam da bu an farkına varılır, üstüne saatlerce de konuşulur.
Eğer kalp çarpıntısı duyuluyorsa çıplak ormanda kocaman bir rave partisi.. konuğu az, kıyametin habercisi..
Ahsen olduğu yerde öylece bekliyordu, alelade bir nefes almış, aklından geçenleri kısa sürede toparlamış gözüküyordu, aldığı nefes ciğerlerinde ısınmış handiyse ait olduğu yere çıkacak?
Paylaşılabilse nefes iki insana ne kadar yeterdi? Bir ömür bir nefes geçer miydi?
Kahveden siyaha renk paletleri kararıyor, ağaçlar yamuluyor ve yıkılıyordu, ortamdaki esinti yavaşça hızlanıyor, yapraklar uçuşuyordu. Ahsen kaybolmuştu, burak etrafı karanlık üstünde spotlar olan bir fanusta kalakalmıştı.
Böyle bir plato yoktu, her şeyin simülasyonu artık mümkündü, fanus burak’ın sıkça ziyaret ettiği yapay gerçeklik mekanıydı.
Burak başını iki elinin arasına alıp fanusun kapısında çöktü, gerçek ve simülasyon birbirine karışmaya başlamıştı artık, düşünmek acı veriyor yaşamak istiyordu sadece bu hayatı. Hayat tanrının bir tasarısı olabilirdi ama burak’a kendi hayatını tasarlamak çok zahmetliydi, dahası bir hayat tasarlanarak yaşanabilir miydi?
Korkmadan ve tasarlamadan yaşamak hayatı bu olasılıklar silsilesi dünyada yapılacak en kalifiye işti; sen, ben, hepimiz öylece yaşıyorduk; öylece gelmiş öylece gidiyorduk. Savrulmaksa savrulmak, kanamaksa kanamak. Bir anda fark etmek zahmetiyle değil her zaman yaşadığını idrak etmek üzere yaşamak.
Perde..
1 Aralık 2024
Yorumlar
Yorum Gönder