Kayıtlar

Söyleşi: Adnan Ötüken Kütüphanesi

Resim
  Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi Çankaya/Ankara Gök gürlüyor, Ankara için yine sıradan, bol yağışlı sonbahar günü. Kızılay’ın hengamesinde ara sokaklarda kaybolmuş bir bina, bulanı şanslı, şanslı çünkü bilge bir dede gibi yıllara meydan okumuş kolonlarıyla yerden tavana kadar geniş camlarıyla hangar kadar yüksek tavanıyla koruyup kollamakta ziyaretçilerini. Zevk sahibi öğrencilerin uğrak yeri, sarı tungustenli lambaların hala cazırdadığı loş ortamda çalışmak herkese zevk vermez, geçmiş ile gelecek arasında bir koridordur Adnan Ötüken Halk Kütüphanesi. Zamanın burada nasıl geçtiğini anlamazsınız, bir kısmınız o andadır, ders çalışmaktadır; bir kısmınız gelecekte hayallerinizde gezinti yapmaktadır. Geçmiş ve gelecek bu sebeple bir aradadır.   Fantastik kurgu ya hoşumuza giden bir diyardır Hogwarts Büyücülük Okulu, kimseye yar olmamıştır ama o büyülü eski taş okul büsbütün çeker her birimizi hani. İşte, fantastik büyü kitaplarını bulamazsınız ancak üç bilinmeyenli denklemlerin aydın

Kısa Öykü: Huzur

  Yıldız korusunda tepedeki çocuk parkında banka oturmuş seyre dalmıştım. Salıncakta sallanan çocuklar, oradan oraya koşuşturanlar, yetişkin sahibine muhalefet edenler ve oyun kurucusuna inat giden bebeler. Anlamsız bir sevinç yaşıyorlar sanki az önce doğmamışlar gibi. Arkalarında sürüklenen daha ihtiyar olanları hayatın sillesini yemiş, küçük şirketlerinin sahipleri… Sizlere de acıyorum.   Hava inanılmaz derecede güzel. öyle ılık ki ciğerlerime çektiğim hava adeta çubuktan kopardığım pamuk helva. Ağaçların devasa gövdeleri batan güneşin ışıklarıyla cilveleşiyor, gökyüzünde yaptıkları tangonun gölgesi yerdeki meraklılarına sunuluyor. Değişik bir gösteri izliyorum, kesinlikle bir kompozisyonu yok bu olan bitenin ama öylece seyretmeye devam ediyorum. Televizyonlarda sürekli dile getirildiği gibi ‘’birazdan, az sonra’’ya olan merakım bitmedi. Kollarımı, yüzümü teğet geçen ılık tatlı rüzg â r, İsviçre keteni gibi… Hemen sonra İsviçre ketenine hiç dokunmamış olan bana şaşırıyorum, sanki

Kayboluş

Resim
kadıköy iskelesi Şehrimde kayboldum bugün Binbir surata çarptı gözüm, Onlarca kişiyle çarpıştım Ama yine de yalnızdım, yine kendime çarpmıştım. Güneş batıyor, vapurların dumanı çöküyor, Gökyüzünün zifiri karanlığıyla Müzik sesleri, bağırışmalar, romen darbukacılar ve daha nicesi Şehrimde kayboldum bugün. Ya da şehrimle "seviştim". Ne çok özlemişim bu hissi... En çok farkına vardığım anlardan biri yaşamanın Var olmanın saçmalığıyla sevincini tatmak Hiç olmadık anda ve yerde Şehrimde kayboldum bugün Veya kendimi buldum. Arkamda sohbetlerin en saçması İki sevgili, en aptalından Belki de sadece katlanıyorlar birbirlerine Aşk sandıkları sonsuz toleranslarının azametine Ve aptallıklarına gösterdikleri sabrın hürmetine. Acele etmeden yaşamak lazım azizim. Her şeyi bir çırpıda tüketmeden. Her an oyuna hazır bir çocuk gibi. Heyecanla, tutkuyla bekleyebilmeli Ve yaşamalı bu hayatı çocuk gibi Hem de ölmek nedir bilmezmiş gibi Şehrimde kaybolduğumu sandım bugün Ta

Neden Cerrah Olmalıyım?

  Da vinci robotu gibi kollarım, muhteşem uzay algım ve görsel hafızam var. Her cerrahın sahip olamayacağı özene ve titizliğe sahibim. Bir tanrı olsaydı, yarattığı insanlar üzerinde değişiklik yapma yetkisini en çok bana vermek isterdi sanırım, tanrının güvenebileceği yegâne kişi ben olmalıydım.   O halde korkmak niye? Bir insan var olan yeteneğini neden saklamak ister aklım almıyor doğrusu. Bu zamana kadar bu yolda yürümüyor olmam tamamen benim basiretsizliğimdir. Şimdi, geçmişten tek farkım da ‘’cesaretim’’dir.   Çok kere düşündüm acaba kendimi ikna ediyor olabilir miyim diye. Pekâlâ, güzel bir yanıt da bulmuş değilim. Yaptığımın akla yatkın olduğunun ve cesaret işi olduğunun farkındayım. Biraz da kendimi bu işi yapmak için ittiğimi de biliyorum. Sakınarak rahat bir hayat yaşayabileceğimi sanıyordum, yanılıyor olmalıyım, kenarda bekleyerek bir hayatı, bir yeteneği ancak heba edebilirim. Bu sebeple korkmuyorum, cesaretimin kaynağı tam olarak budur.   ‘’Kaos’’, düzen yara

Umurumda Değilsiniz!

Resim
Beni umursamayan bir çevreyi haddinden fazla umursadığımı fark ettiğim gündür bugün. Binlerce, hatta milyonlarca insanın arasında standart olanlardan sadece biriyim, ezelden beri bildiğim üzere. Bir de umursanmadığımı fark edemeyecek kadar da aptal!   Bir spermin bir yumurtayla "rastlantısal" birleşmesinin ürünüyüm tıpkı varlığının mucize olduğunu sanan diğerleri gibi, bugüne değin ulaşmam, hayatta kalabilmem de rastlantısal olmuştur. Yaptığım bütün seçimlerde bu bedene, bu bedenin fikirlerine hep dışarıdan bakarak kendimi değerlendirdim ve süzgeçten geçirdim. Bu kimi zaman ahlaki bir süzgeç yerine geçti kimi zaman benliğimin şu anki formunu korumasına sebep oldu. Geç de olsa fark ettim ki bu yaptığım beni kısıtlayan, gereksiz bir "limitör"dü. Beni, ben bile tanıyamamışken etrafımdaki insanların tanımasına imkân yoktu. Niyetim, marjinal olup dikkat çekmek değildir, herkesin beğendiği bir insan haline gelmek hiç değildir; sadece ve sadece bağımsız fikirlerini icr

İç Sesle Sohbet

Resim
Şimdi ne hissettiğimi bile bilmediğim bir zamanda boşluğa doğru sürüklenişimin 9536. günündeyim, daha ne kadar günümün kaldığını bilmiyorum. Bazen fare makarasında koşuyormuşum gibi geliyor, koşmayı bırakmak istiyorum çünkü ne için koştuğumu unutuyorum. Yeter bu kadar dediğim anda vücudum yalpalamaya başlıyor, sanki yaklaşmakta olan bir sıtma krizi var, öylesine sarsılacak hepten vücudum. Kriz gelmiyor, titremiyorum ama kötü his bir türlü bırakmıyor yakamı.   Gelecekteki beni inşa ediyorum ama yapayalnız hissediyorum, tek yoldaşım var o da ‘’kendim’’. Amacım neydi, ne yapmak istiyorum, nasıl bir hayat yaşamak istiyorum bir sürü sorum var ama düşünmeye zamanım yok. Etrafımda hiç kimseyi istemiyorum. Yalnız hissediyorum o vakit nedir yanımdaki bu gereksiz kalabalık. En yakınım da en uzağımda olmasın hayatımda, bir tek kalsın istiyorum: ‘’ben’’. Kalabalıklar içinde ne düşündüğümü bile duyamaz hale geliyorum, duyamıyorum, odaklanamıyorum.   Öyle bir an gelecek ki bu kötü his kaybolacak tı

Serenat

Resim
  Sokrates - baldıran zehrini içerken Bir serenattır yaşamak, ölüme karşı. Tüketirken belkileri ve keşkeleri… Fark ettiğimi sanıyorum benliğimi ama o kadar yabancıyım ki. Güçlük çekiyorum tanımakta aynadakini. Tam diyorum ki şimdi, gülmekteyim. Gülen benim gözlerim, matemde olan bedenim ve gülen gözlerim… Tezat aynı anda aynı mahallenin oynayan çocukları.   Can sıkıntım geçmiyor. Nerede oyalansam da bu bitip tükenmez arayış sona ermiyor. Belki de bulamayacağımı bildiğim halde yaşamanın yarattığı bunalımdayım. Belki terk etmek zamanı gelmiştir bu karlı şehrin kahırlı istasyonunu. Merakım olmuş meramım. Dile getiremediklerim kafesim… Can sıkıntısıdır, geçer…   Aynı anda düşünmektir beni delirten, bin bir kuşun havada birbirine çarpmadan süzülmesi gibi. Basite almak niyetinde değilim hiç ama çarçur etmek de istememekteyim elimde kalanı. Öyle anlamlı şeyler söylemeliyim ki konuşmak için harcadığım jeton, harcandığına değsin.   Düşünüyorum yanılgısı içinde olabilirim. Düşünmenin

Şiir: Sadece Yaşamak

Resim
  Tenere (Belgesel) Hasan Söylemez 2020 Yaşamak uğruna Bitirmek bir ömrü Sırf yaşadı desinler diye Sadece yaşamak.   Günlerin kovduğu yıllar, Dakikalarınsa esamesi yok. Biri birbirinin devamı kadar, aynı Yaşamak, bizde alışkanlık.   Alıştık zira ölüp gitmelere Ha bir gün eksik ha bir gün fazla Bekleyenin yok ya yatağının yanında Ölüm beyazı lüks hastane koridorlarında.   Ama fayda yok Diyorsun ki bugün dünden farklı Tam da sondan bir önce, Sonra sondan daha önce Ve nihayetinde, yine aynı   Yaşamak uğruna Bitirmek bir ömrü Sırf yaşadı desinler diye Sadece yaşamak. Sadesi batsın Sebepsiz gelişimin Sebepsiz gidişi arasında bir yerde Dudaklarım kuru, akbabamı beklerim. Sorarlarsa arkamdan, Hep bir ağız söyleyin: Sadece yaşadı. Yaşadı sadece. ACT 15.11.2021 ölümden ölesiye korkarak...

Gri Kirli Bulut

Resim
  Rüzgara savrulan her kül geçmişinde kordu, güçtü. Şimdi bütün hafifliğiyle naif karbon parçaları… Göğe dimdik uzanan bacadan tüten duman sanki geçmiş zamana bir isyan. Öyle ya yanan her parça anılardan oluşan anlamlı bir yığındı. Gökyüzü griydi, sanki baca boyuyordu. Krematoryum tasvirini ancak psikolojisi fena halde bozulmuş bir velet yapabilirdi.   Tek düze kurşuni renkler… En koyusundan siyah, en açığıysa gri. Binlerce insanın hayaliydi yanan bu devasa odada, bacadan çıkansa fragman; yanacak her hayalin fragmanı. Dışarıda yanmayan insanların hayalinden tek farkı gerçekleşme ihtimalini yitirmiş olmaları. Birisi hayal kuracak en renklisinden, bir diğeriyse kurmayı bırakacaktı. Hayat ne kadar renkli hayallere yer açsa da en nihayetinde prömiyeri gri tonlarında olacaktı, görebildiklerinse yanına kâr… ‘’İsyan etmek istiyorsun biliyorum, bağırmak, yeri göğü oynatmak... Sana vadedilen bu değildi, kandırıldın. Aramıza hoş geldin. Burada yalnızca sessizlik vardır, hayal yoktur; olabi

Lacrimosa..

Resim
  Beynimdeki basınç artıyor, düşünmek artık vücudumu yoruyor. Nasıl bu hale gelebildim aklım almıyor. Yolunda giden bir trenin aniden önünde gidecek rayının olmaması gibi. Hayatım film arası veriyor sanki. Ne yola gideceğim, ne yapacağım, ben şimdi ne olacağım? Aklımda cevabını veremediğim o kadar soru var ki.   Bir takım hazırlıklar yapıyorum ama o hazırlıkları yapmak istediğim için mi yapıyorum, sırası geldiği için mi yoksa sadece yükümlülük hissiyatıyla yaptığım için mi, bilememekteyim.   Hiçbir şey düşünmemeli ya da hep düşünmeli. Hayatım sanki bir kum saati ve ben yükselen kum tepeciğinin büyüsüne kapılmış, zamanın içinde benliğimi yitirmişçesine yok oluyorum. İzlediğim bir yok oluş. Odaklandığım şey ölüm. Tanrım yaşamak istiyorum; öyleyse neden tükeniyorum?   Bir mücadele içerisine girme arifesindeyim. Kendimi yakacağım, zamanımı tüketeceğim; ta ki bir başka zaman dilimine geçip tekrar yanana kadar sönmeyecek bir alev. ACT 04.09.2021