Kısa Öykü: Huzur
Yıldız korusunda tepedeki çocuk parkında banka oturmuş seyre
dalmıştım. Salıncakta sallanan çocuklar, oradan oraya koşuşturanlar, yetişkin
sahibine muhalefet edenler ve oyun kurucusuna inat giden bebeler. Anlamsız bir
sevinç yaşıyorlar sanki az önce doğmamışlar gibi. Arkalarında sürüklenen daha
ihtiyar olanları hayatın sillesini yemiş, küçük şirketlerinin sahipleri… Sizlere
de acıyorum.
Hava inanılmaz derecede güzel. öyle ılık ki ciğerlerime
çektiğim hava adeta çubuktan kopardığım pamuk helva. Ağaçların devasa gövdeleri
batan güneşin ışıklarıyla cilveleşiyor, gökyüzünde yaptıkları tangonun gölgesi
yerdeki meraklılarına sunuluyor. Değişik bir gösteri izliyorum, kesinlikle bir
kompozisyonu yok bu olan bitenin ama öylece seyretmeye devam ediyorum. Televizyonlarda
sürekli dile getirildiği gibi ‘’birazdan, az sonra’’ya olan merakım bitmedi. Kollarımı,
yüzümü teğet geçen ılık tatlı rüzgâr, İsviçre
keteni gibi… Hemen sonra İsviçre ketenine hiç dokunmamış olan bana şaşırıyorum,
sanki bolluk ve bereketin içinde yaşayan kent soyluymuşum gibi.
Yıldız Korusu 400 yıllık bir park, konuklarından daha çok
yaşayan ağaçları canını sıkıyor insanın ama elden de bir şey gelmiyor. Yıldız
Korusunun en tepesinde yer alan çocuk parkına gelebilmek için parkın bayır
tepelerini aşmak gerekir, bu uğurda ben de bedenimi epey hırpalamıştım, en
nihayetinde tepeye ulaştım. Zirvesi hâkim olur çevreye böyle yerlerin ama
ağaçları geçit vermez İstanbul’un mahremini görmeye. Yorgunum, bir gözüm
kapanıyor ama etrafımdaki hengâmeyi izlemekten de
kendimi alamıyorum, kapatamadığım bir televizyon gibi ama malum sonu belli; bu
divanda uyuyakalacağım.
Güneşin etrafta bıraktığı o güzel parıltı yavaş yavaş sönüyor,
etrafımdaki züppegillerin torunları daha bir coşkulu artık, bağırdıkça
bağırıyorlar. Güneşin yakıcılığı geçtikçe güç topluyor sıpalar. Etraftaki artan
coşkunun aksine bedenim artık dalgalı denizdeki kayıklar gibi kendinden geçmiş,
süzülüyor. Sesler olabildiğince boğuk. Ilık hava, derslerinde ciddileşen
öğretmen edasıyla soğuğuyla dürtüyor. Toparlanma zamanı ve de bu bedeni götürme
zamanı.
Kurbağaların ekolu bağırışları arasında iç gıcıklayan cırcır
böceklerinin sesi, şefi olmayan orkestra gibi gelişi güzel nameler döküyor parkın
her yanına, odaklanmak çok güç. Bir şeyler anlatmak istiyorlar; ya bu bir
savaşın ağıtı ya da bitmek bilmeyen bir üreme sevdası. Neyse ne! Gözlerim ne
zaman kapandı bilmiyorum ama uzun zamandır dinliyorum bu kakofoniyi.
Vücudumun tüm almaçları ilk kez bu kadar dışarıya dönük
çalıştı, şaşkınım. Esasında beynimin içinde her gün mahkeme salonu kurulur ve
amansız bir yargılama izlerim. Mahkeme salonuna kim girerse girsin hükümsüz
çıkmak pek de mümkün değildir ama bugün ilginçtir, duruşma olmadı, kimse hüküm
giymedi, ben deniz ilk kez salon dışında güneşi, rüzgârı tattım. İlk kez
özgürdüm bugün, bedenime tutsak ruhum huzurla buluştu. Yaşamak sırası bendeydi
artık.
Mavi kırmızı şiddetli foton patlamaları ve derinlerden gelen
geğirti gibi korna sesleri… Tepedeki çocuk parkının etrafını bir sürü polis
otosu sarmış. Bir el feneri ışığı kendime getiriyor beni. Uyuyakalmışım, şapşal
ben. Biliyordum zaten evvelden, yorgun bir beden, uykuya sürükleyen düzensiz sesler…
Buradan daha erken kalkıp gitmeliydim. Ayağa kalktım, o sırada elimden kanlı
bir bıçak yere düştü, hemen sonra polis seslendi: ‘’Olduğun yerde kal!’’ Partinin
sonuna yetişmişim anlaşılan, herkes eğlenmiş, ışıklar, kostümler, abartılı
tiratlar… Kurgu güzel lâkin benim hâlâ uykum var. Polislerin tabancaları bana
dönük, kımıldamamam için defalarca kez aynı uyarıları yapmaya devam ediyorlar, onları
da anlıyorum, işlerini yapıyorlar ama benim fena halde uykum var, kimse
anlamaya çalışmıyor beni, yazık!
Gördüğüm parlak ışıklar yavaş yavaş sönüyor, sanırım artık
dağılmak zamanı gelmiş, şöyle bir etrafa bakıyorum, kimse kıpırdamıyor. Tebrikler,
memurlar hakikaten görevlerinin adamlarıymış. Bir adım atıyorum ve bedenim
dinamitle yıkılan bir gökdelen gibi çöküyor yerdeki kızıl denizin içine,
Yerdeyim, kanımın sıcaklığını hissediyorum tıpkı güneşin biraz önce beni
sarmaladığı gibi. ‘’İşte, huzur diyorum’’ içimden. Biraz öncelerin biraz
sonralara aktığı anları düşünüyorum ve gülüyorum.
ACT
13.06.23
Yorumlar
Yorum Gönder